Menu
in

Pervin Kısa Yollara Neden Gidemiyor?

 

Motora yeni başladığımda her gittiğim sokak, her km ve her kısa yol büyük anlam taşırdı ve tamamen yetiyordu…

Acemiydim ve bir motora sahip olmak bile heyecan vericiydi. Sürüş için hazırlanmak ve hatta sadece onun anahtarını elime almak bile yetiyordu sevinci yaşamak için. Gerçi bugün de hala anahtarı elime alınca o heyecan aynen devam ediyor. Ilk motorum 125 cc’lik civciv sarısı renginde sevimli bir scooterdi. Onu almadan önce sorulan soru hep aynıydı, bisiklete binmesini biliyor muyum. İlkokula başlamadan önce bile kaç bisiklet eskittim. Motor hevesimi köreltmek için yaklaşımlar hep aynıydı; bayansın, yakışık almaz, çok tehlikeli ve ne gerek var gibi sözler. Vazgeçirmek mümkün değildi, çünkü kararımı çoktan vermiştim.

 

 

Karşı gelen aile faktörleri nedeniyle daha evvel pratiğe dökemedim. Zorla güzellik olmaz düşüncesiyle rızalarıyla olsun istedim. 2002 yılında nihayet ikna ettim ya da pes ettirdim, ayırt etmek zordu ve ilk motorumu aldım. Ikna etmek kolay olmadı, mantıklı bir sebep buldum. Bir acil durum senaryosu kurguladım; mesela acil ilaç lazım oldu diyelim ve tesadüfen kapı önünde sadece bir motosiklet olmuş olsun ve yine tesadüfen anahtarı da üstünde kalmış diyelim. O an oradaki motoru kullanamamak kabus gibi olurdu, değil mi? Öğrenmek istedim ve ehliyet bulunsun dedim, sürekli bineceğimden değil hani. Bunun üzerinden yıllar geçti. Şimdi evim pansiyon gibi oldu ve ben yollarda yaşayan gezgin bir tip oldum. Hatta Karabatak derler, bir an Foça’da yer bildirimi veririm, kısa süre sonra da Karadeniz’den. Bunun bu kadar büyük bir tutkuya dönüşeceğini kim bilebilirdi ki?

 

 

Aslında baştan beri scooter almak istemiyordum, sadece vitesli motora hevesim vardı. Ancak tecrübeli motorcuların dediklerine kulak verdim, kesinlikle vitesli ile başlanılmaz dediler. O halde ben de uslu uslu söz dinledim. Asıl hedefime ulaşmak için vitessiz motora karşı fazla direnmedim, o bir basamak dedim. Scooter çok rahat bir motor tarzı, küçümsemiyorum, ama benim hayalim o değildi. Almaya karar verdiğim scooter modeli henüz Türkiye’ye gelmemişti. Fiyatı uygun olsun istedim ve bilindik bir marka da seçmedim. Düşürme durumlarında çizilirse üzülmemek için. Nasıl olsa kısa süre sonra değiştirecektim. Siparişi verdim ve gelinceye kadar mağazayı her gün 3 defa arardım, geldi mi diye. Aslında işin gerçeği, vitesliye geçebileceğim anı bekliyordum. O nedenle de bir an evvel sarı civcivim gelsin ve o basamak süresi dolsun ki ben de asıl hedefime yaklaşmış olurum.

 

 

Motor geldiğinde inanılmaz büyük bir sevinç yaşadım. En kıymetlim oldu. Bir kere bile düşürmedim, aman çizilmesin aman birşey olmasın. Ona kavuştuğum gün aslında hayatımda yepyeni bir yaşam tarzına geçtiğim gündü ama henüz bunun farkına varmamıştım. Ehliyetimi alıncaya kadar kendi başıma toprak arazide öğrenmeye başladım. O zamanlar bugünki gibi her yerde eğitim veren kuruluşlar neredeyse hiç yoktu. Kıyafet konusunda da büyük sıkıntı vardı, ilk montum erkek montuydu, small beden olduğu halde büyük gelmişti, hala saklıyorum. Ilk sürüş deneyimim gülerek başladı. Hem arazi çok kötüydü ve düz bile süremediğim için sürekli gülüyordum, düz süremedikçe kendi halime daha çok gülüyordum. Kısır döngü olmuştu, güldükçe de motoru kullanamadım. Sonra durdum, derin bir nefes aldım, kendi kendime şimdi çok ciddi olacağım dedim ve evet normal sürmeye başladım. Çok eğlendiğimi hatırlıyorum. İlk başta çözemediğim çok garip bir şey yapıyordum. Sürerken sürekli yukarıya bakıyordum, tam gökyüzüne değil, hafif sağ taraf ve yukarı. Refleks ama ne refleksi bu, çok anlamsız geliyordu. Sebebini bulunca öyle bir kahkaha koptu ki zor sakinleştim. Çok fazla araba tecrübem var ve sürekli tüm dikiz aynalarına bakma alışkanlığım vardır, trafiği okumak ve takip etmek amacıyla; yani makyaj yapmam arabadaki aynalarda. Motor üstündeyken de sanki araba kullanırmış gibi orta dikiz aynasına refleks olarak bakıyormuşum meğer. Komik komik havaya bakma sebebim buydu. Bunu anlayınca öyle bir gülme krizine tutuldum ki anlatamam.

 

 

Trafiğe ilk defa çıktığım gün ehliyet sınavına gittiğim gündü. Kendi motorunla gelebilirsin dediler. Nasıl olacak peki bu diye sordum, ya yolda polis çevirirse ne derim? “Memur Bey, ben ehliyetimi yapı-verim, siz bekleyin burada hemen geri geliyorum” mu diyeceğim? Bir şey olmaz dediler. Sınav için yolda giderken hiç unutmam bir su borusu patlamıştı sanırım ve su viraja akıyordu. Viraj hem yandan ters eğimliydi hem dik yokuş vardı ve kuru zeminden o akan sudan geçmem gerekti. Aslında bu ilginç durum çok hoşuma gitti, lastiklerim kalitesiz naylondan olduğu halde hiç sorun olmadı. Kendimce bir test geçtim. Sınav yeri kalabalıktı, hiç başka bayan da yoktu. Çekiniyordum biraz o nedenle. Sıra bana geldiğinde motoru çalıştırdım ileride U-dönüşü yapıp geri gelmek gerekiyordu. Yola çıktıktan sonra dikiz aynasından görevliyi takip ettim, bana bakıyor mu diye. Hiç bakmıyordu, sırtını çevirdi, evraklara bir şeyler yazdı. Eyvah dedim, ne oldu, sorun nedir diye panik oldum. Döndüğümde hemen sınavı geçip geçmediğimi sordum. “Geçtiniz hanımefendi, geçtiniz tabii ki” dedi. Ama bana yolda bakmadı bile. Şaşkın bir sevinç hissettim. Ehliyeti almak harika bir duyguydu.

 

 

Artık her gün motorumla gezmeye başladım. Yağmur da yağsa, karanlık da olsa, soğuk da olsa hep sürüş yaptım. Boğaz sahillerini gezdim, kısa mesafeler yaptım. Çok şirin bir motordu, kullandıkça keyifim arttı. İlk artçımı onunla gezdirdim ve kim olduğunu kimse tahmin bile edemez. Annem. Kendisi gezdirmemi istedi. Tek bir şartı vardı. Viraja girme sakın dedi. Nasıl olacak ki bu dedim. Virajda yan yatmak yok dedi. Tabii tabii ..o kadar profesyonel oldum da yan yatarak viraj alıyorum sanki. Anne arkaya oturdu. Önce 40 km hız ile gittim, baktım arkadan tık yok. Herşey yolundaydı. 50 – 60 – 70 km’ye yükseldim, viraja da girdim, ses yoktu arkada. Kimin annesiymiş o bakim? Onu tüm sahilde gezdirdim. Sonra Sarıyer’de deniz manzaralı bir yerde durduk. Annemin gözleri parlıyordu. O günü hiç unutmayacağım.

 

Bir gün sıkıntılı bir olay yaşadım. Aslında çok iyi bir anda denk geldi ve ciddi bir sorun da yoktu. Ancak farklı bir yerde olsaydı çok zorluk çekecektim. O nedenle kendimi eğitmek için kendimi cezalandırdım, aynı hata bir daha başıma gelmesin diye. Benzin göstergesi olmadığı için benzini kontrol etmeyi bir türlü rutin hale getirememiştim. Evime 50 mt kala motorum istop etti. Baktım ki benzin bitmişti. Evime çok yakındım, aslında kötü bir durum yoktu ortada. Arabaya atlayıp benzin temin edebilirdim kolaylıkla. Ama bundan nasıl kalıcı bir ders çıkartabileceğimi düşündüm. Bu durumu bir otoyolda yaşasaydım ne yapardım? Yol kenarında mahsur kalmış olurdum. İşte o zaman çok büyük bir sorunum olurdu. Ağustos sıcağında bir öğlen vaktindeydi. Araba, taksi ya da otobüse binmeden epey uzakta olan benzin istasyonuna kadar yürümeye karar verdim. 5 lt benzin aldım. Dönüş yolu yokuş yukarıydı. İstinye yokuşunu yukarı çıktım o sıcakta, bitkin ve baygın bir halde motoruma vardım. Benzini doldurdum, son 50 mt’yi gittim, yerine park ettim. Bitkindim ama memnundum. Orman yollarında ya da otoyolunda böyle birşeyin başıma gelebilme korkusu yüzünden bu ders çok iyi oldu bence. Ondan sonra 12 yıl boyunca ne kadar titiz benzinimi kontrol ettiğimi sadece ben bilirim. Ceza başarılı oldu. Hiç yolda kalmadım. Kalanlara da yardımcı oldum. Şu an kullandığım yeni motorumun benzin göstergesi var. Komik bir şekilde ona bakmam dedim ilk başta. Eski usül ne ise öyle devam ederim dedim. Göstergeye karşı çok tereddütlüydüm, doğru mudur değil mi diye. Alışmıştım km’den takip etmeye ve benzin kapağından tankın içine bakmaya. Ama bu motorda tankın içi görünmüyor. Yeniliğe alışıncaya kadar epey bir süre geçti. Artık göstergeye güveniyorum yine de benzini sonuna kadar hiç bitirmiyorum. Nasıl bir ceza olmuş ki o korku hala içimde.

 

Her gün güzel olacak diye bir şey yok, bazen zor günler de olur motorculukta. Aynı hayatta olduğu gibi. Bu da yaşanan keyiflerin görünmeyen tarafıdır.

 

Yeni motorum çok konforlu, hiçbir yorulma hissetmeden tank boşalıncaya kadar sürebiliyorum durmadan. Uzun yolu çok seviyorum ve artık sadece uzun yol yapmak beni mutlu etmeye başladı. Bir cumartesi Istanbul içersinde tüm gün gezdim durdum. Kadıköy, sahil yolu, sonra Şile yolu sonra Anadolu yakasından Avrupa bölgesine gittim, Halkalı civarında dolandım, ve akşama doğru 300 km yol yaptığımı fark ettim. Çok şaşırdım, çünkü hiç yol yapmamış gibi hissettim. Demekki ben artık hakikatten sadece şehir dışına çıkıp uzun yol yapınca ve oralardaki rüzgarla buluşunca yolu hissediyorum. Şehir dışındaki rüzgar da başka, yolu da başka. 2 ay içerisinde 8.000 km yol yapılır mı? Yapmışım, ben bile şaşkınım. Haftaiçi çalışıyorum ve iznim de pek olmadığı halde. Nisan sonu motorumu 1.500 km de Kastamonu’dan satın aldım. 2 ay içinde 9.500 km’ye ulaştı. 12 sene önce sadece A2 ehliyetim olsun istedim fakat kısa zamanda tutkuya dönüştü ve durmadan büyümeye devam ediyor.

 

 

Bu yol sevdam bir gün misafirliğe geç kalmama neden oldu. 10 dakikalık mesafede oturan çok sevdiğim kız arkadaşımı Fulya’yı ziyaret etmek için akşam saatlerinde evden çıktım. Keyifli keyifli gitmek için de oğluşumla gittim. Şile otoyolundaydım ve sadece 2 dakika sonra ilk çıkıştan çıkmalıydım. O çıkışa yaklaştıkça Şile yolu davetiye göndermiş gibi beni çağırmaya başladı. Çıkış yaklaştığında ne yapacağımı şaşırdım, yol öyle tatlıydı ki, beni bırakıp nasıl gidersin dedi sanki. Yol mu çıkış mı, çıkış mı yol mu derken birden olan oldu. Dümdüz devam ettim. O an aklımdan her şey kayboldu. Rüzgarıma kavuştum, motorum ve ben. Sanki yere değmiyormuşum gibi uçtum gittim. Oğluşum da yeni olduğu için inanılmaz bir keyif veriyordu. O rüzgar ve o virajlar şiir gibiydi. Bir viraj daha ve bir viraj daha diye diye yol uzadı gitti. Egzoz sesi, asfaltın altımdan kaybolması, binaların geride kalması; yolun sonu hiç gelmesin istedim. Orman kokusu, hafif kararan gökyüzü, bulutların dansı yola kitledi beni. Bu spontane yolculuk o kadar iyi geldi ki sanki pastanın kremasından gizlice çalmış gibiydim. Nefes aldım. Bir müddet sonra muzurluk yapmış bir çocuk gibi hissettim kendimi. Ne kadar gittiğimi fark etmedim ama artık Fulya’ya gitsem iyi olur dedim. 10 dakikalık yere 1 saat gecikmeyle vardım. Fulya çok şaşkındı. Gecikmek için hiçbir bahanem yoktu. Trafik desen motor için o da yok, mesafe desen ev çok yakın. Evden çıkarken de aramıştım geliyorum diye. Zavallı, neyse ki merak da etmemiş. Tanır beni, deliliklerimi bilir. Gerçi durumumu ona anlatmaya çalıştım ama motor binmeyen biri olarak anlaması çok zordu. Sadece gülümsedi. Sağ olsun sevgili dostlarım, kahrımı çekiyorlar.

 

Yakın yerlere gidememe gibi bir durum oluşmuş zamanla ama daha yeni farkına varıp adını koydum. Yakın mesafede olduğu için gidemediğim ama çok sevdiğim bir yer daha var. Karadeniz tarafında kumsalda çok rahat ve her şeyi ile harika ve şık bir mekan “Riva Vira Beach Club”.

 

Motor sevdalıların uğrak yeri de diyebiliriz. Bolca park yeri de mevcut. Bu en önemli ayrıntılardan biri bizim için. Bütün bir günü keyifle geçirebilirsiniz, kocaman kumsalı ve plajı da var. Orada mutlaka yeni ve iyi motorcu dostluklar da edinebilirsiniz. Sahibi Özcan arkadaşım, sağ olsun beni hep arar ve hep davet eder, gelmemi ve gelip aralarına renk katmamı ister. Yakın yerdesin, o yüzden gelemiyorum derim hep. O bile beni anlamakta güçlük çekiyor. Geçen ay sürekli sağanak yağışlar vardı, fırtına ve sel baskınları. Öyle bir cumartesi günü akşama doğru evde daha fazla duramadım ve kendimi yola attım. Akşam olduğu için yakın bir yere gitmek istedim, Riva aklıma geldi. Gökyüzü kapalıydı, güneşin ve siyah bulutun oyunlarıyla yol almak heyecan vericiydi. Hava siyah, motor siyah ve ben siyah. Uyum müthiş. Miskin bir gün de olsa bu motor ile gezmek keyif veriyor. Siyahlar hayatıma renk katıyor. Toprak yollardan gitmek için Riva da tenha bir plaja gittim ilk başta. Kum, deniz, boş şezlonglar ve sessizlik. Riva da hiç kimse yoktu, terk edilmiş gibiydi. Bir ara düşündüm, benim ne işim var bu havada oralarda diye. Birden arkamdan alkış sesleri duydum.

 

Rüzgarın kızı dediler, şimdi yağmurun kızı da oldum, hatta yolların kızı da demeye başladılar. Doğadan bir parça olabilmek ne güzel. ..

 

Piknik masalarında kalabalık bir Arap ailesi oturuyordu, beni alkışa tuttular. Nefes almama fırsat vermeden motorumun başında benimle beraber fotograf çekmeye başladılar. Yavaş yavaş motoru çalıştırıp uzaklaşmaya çalıştım. Dönüşte Riva Vira Beach Club’a girdim ama gözlerime inanamadım. Tek bir motorcu yoktu. Özcan bile yoktu. Her yer ıslaktı, karanlıktı ve sessizdi. Bu havada boş olması aslında çok normal, sanırım ben normal değilim. Denizin serin esintisi ve dalgaların sesi ile kahvemi yudumladım. Mis gibi çiçeklerle süslenmişti heryer. Biraz sonra Özcan geldi, beni görünce şaşırdı, bu havada nasıl yola çıktım diye. Motorumu da kuytu bir yere çatının altına getirdi, oğluşum ıslanmasın diye. Beklenen şiddetli sağanak yağış da başladı. Hava iyice kararmıştı. Gece olmuştu. Yağmur dindiğinde hemen yola çıkmak istedim fakat Özcan bu şartlarda yola çıkmak delilik dedi, gitmeme hiç razı olmamıştı aslında.

 

Ama ben kafama taktığım şeyi mutlaka yaparım. Kendime çok güvendiğimden değil, farklılıkları ve zorlukları sevdiğimden. Yol zorluklarıyla da güzel benim için. Havada çok nem vardı, yağmur dindiği halde ıslaklığı hissediyordum. Rüzgar bile nemliydi. Zifiri karanlık ışıksız yollarda gece sürüş yapmak korkuyla karışık değişik bir heyecan. Sadece far ışığım aydınlatıyordu asfaltı. Yol kenardaki ağaçların gölgesi ürkütücüydü. Işık sisin arasından yola süzülüyordu ve görüntüsü büyüleyiciydi. Asfalt sisin altında kaldı, beyazlık battaniye gibi yolun üzerine yayıldı ve ben yere değmeden gidiyormuşum gibi hissettim. Dağ zirvelerindeydim sanki. Korkuya rağmen ağaçların arasından kıvrılan karanlık yol çok çekiciydi. Midemde tedirginlik ile karışık keyif kıvılcımları oluştu. Süratim hızlandıkça sis sanki daha da çoğalıyordu, yolun üzeri bembeyaz olmuştu. Yağmur yoktu, aynalar buğulanmıştı, yollar ıslak ve kaygandı. Simsiyah karanlığın içinde sisin resmini çekmek için durdum ama durunca sisin yoğunluğu çok görünmüyordu. Resimde nasıl çıkar diye düşünürken çok tuhaf sesler duydum hemen yanı başımda ve ciddi ciddi çok korktum. Hemen yola devam ettim. Hiç durmadan evime kadar gittim o andan itibaren.

 

Özcan da bana bu akşamdan sonra yağmurun kızı demeye başladı. Her yağmur yağdığında ben aklına geliyormuşum. O gece o yolu nasıl gittim diye hala sorup durur. Yine olsa yine giderim.

Cevap bırakın