Menu
in

Transanatolia

7 günle sınırlı bir tür Dakar: Bu ralli Türkiye’nin merkezinden geçen Transanatolia. Kemal Merkit adına düzenlenen bu yarışı italyanların gözüyle size aktarıyoruz…

ASFALT DÜZ BİR YOLDA 180’LE UÇUYORUM

Pek fazla trafik yok. İlerde bir viraj görüyorum ve frene basmak zorundayım. Ne var bunda, gayet normal diyeceksiniz…Ama öyle değil, şu an çok farklı bir sürüşteyim. Filmi biraz geri saralım ve öyle anlatmaya başlayayım: Bende TransAnatolia (TransAnadolu) rallisine katılma fikri geçen sene doğdu. İnternette gezinirken tesadüfen bu rallinin fotoğraflarına rastladım. Hani ilk görüşte aşk vardır ya, işte adeta onun gibi bir şey oldu. Bir anda çöller, dağlar ve ormanlar içerisindeydim ve peyzaj her an değişiyordu (harika fotoğraflar görmek isteyenler için: www.trasanatolia.com). Sanki yıllardır aradığım bir şeyi bulmuş gibiydim ve hemen kayıt yaptırmak için hiç tereddüt etmedim. Birbirinin aynısı etaplar yapmaktan nefret eden biriyim ve Afrika gerçekten çekici bir yer, ama itiraf etmeliyim ki her katılışımda üçüncü günün sonunda hep kaçıp gitmek istemişimdir. Orada her gün kumlu ve taşlı yollar görürsünüz, sonra savana başlar ve sonra yine kumlu yollara dönersiniz. Bu beni üç gün sonra hep paranoya haline sokmuştur ve o yüzden Dakar rallisi Güney Afrika’da yapılacağı için çok mutluyum.

 

BİR TAVSİYE

Mirco Miotto ralli dünyasında çok iyi tanınan, insanı neşelendiren, sempatik bir kişilik ve geçmişinde yığınla ralli ve yarış deneyimi var. Tabii Dakar rallisi de bunlar arasında. 2012 TransAnatolia rallisini o kazanmıştı ve dolayısıyla en iyi tavsiyeleri ondan alabileceğimi düşünmekle herhalde hata yapmadım? Telefonu açtığında ona hemen ilk sorumu yönelttim: “Merhaba Miotto, yanımda Gps götüreyim mi? Yönetmelikte Cap ve Waypoint ile seyir yapılabileceği de yazıyor”. Yanıt hızlı geldi: “hayır Cata, sakın ha…Gps hiçbir naneye yaramaz, road-book’u izle”. Neyse dedim içimden, benim de gidona monte edilmiş Gps’e belli bir antipatim var. Bilgiler her zaman küçücük harflerle yazılıdır ve zaten büyük de olsalar titreşimle hiçbir şey okuyamazsın.

 

YARIŞ MI! HANGİ YARIŞ?

Artık hareket edeceğim günü iple çekiyorum; bu yarış sanki bana büyü yaptı. Evet, 22 ağustos günü Novara kentine gidip, bu organizasyonun İtalya temsilcisi olan Evasioni Rally Raid çalışanı Fiorenzo Lo Renzo’ya gerekli bütün evrakı ve motoru teslim ediyorum. Birkaç saat geçtikten sonra, daha dönüş yolundayken Fiorenzo beni arıyor ve biraz sıkıntılı bir sesle yarışın iptal edilmiş olduğunu bildiriyor… Ana sponsor son dakikada çekilmiş ve 31 Ağustosla Eylül tarihleri arasında yapılacak ralli bir hafta kala iptal edilmiş. Hemen arabayla tekrar gerisin geriye Novara’ya dönüyorum, motoru römorka yükleyip kederli bir şekilde eve dönüyorum.

Ertesi gün Fiorenzo beni arıyor ve Türk Motosiklet Federasyonunun olaya el koyduğunu ve dolayısıyla yarışın yapılacağını söylüyor. Hadi bakalım Novara’ya bir yolculuk daha! Ancak sorun şu ki yarış tarihi değişmiş ve 14 ile 21 eylül tarihleri arasında yapılmasına karar verilmiş. Bu az buz bir sorun değil, zira katılacak motosikletçilerin bir çoğu işini gücünü ona göre ayarlamış, hane halkı bile bütün programını ona göre yapmıştı. Nitekim kayıt yaptıran 40 motosikletçiden yarısı çekilmek zorunda kalıyor. Organizasyon her halükârda yarıştan çekilmek zorunda olan pilotların yatırdıkları paraları geri ödüyor.

 

FİLM BAŞLIYOR!

7 etap, 2.300 km yol ve 21 çok özel bir sürüş. Start ve Finiş Antalya’da. Bu kenti küçücük bir sahil kasabası sanmıştım, bir milyonu aşkın nüfusuyla koca bir turizm kentiymiş. Her yerde on beş katlı binalar, binlerce otel, restoran ve turistik atraksiyonlar. Bizim Riccione’yi 50 ile çarpın, işte öyle bir yer. Tursitlerin büyük çoğunluğu Ruslar.

14 eylül Cumartesi günü sabahı teknik ve idari kontroller yapılıyor. Bu sefer yanımda mekanik teknisyenim de olduğu için şanslıyım. Hem de sıradan biri değil: Fernando Predes, tevellüt 1953, omuzlarında resmi teknisyen sıfatıyla katıldığı 25 Dakar rallisinin tecrübesini taşıyan biri. Katıldığı diğer yarışları, şampiyonaları saymaya gerek yok. Onu ralli ortamlarında “Piccolo” (Ufaklık) adıyla tanırlar ve şasisi dahil her yerini en son vidasına kadar kendi elleriyle yaptığı motorun PKL adı da bu lakaptan türetilmiş. Kendi kreasyonu olan bu motiskletin motoru “quad” tipi bir KTM 450. Neden quad? Bu soruya kendisi cevap veriyor: “Çünkü daha fazla motor yağı kullanır ve bu çölde sürerken işe yarar” (Fernando’nun PKL’si ile Ferrari Bordone Team’in İtalyan motoru arasında bir benzerlik görürseniz bu bir tesadüf sayılmaz: Onun tasarımcısı da Fernando).

Öğleden sonra 8 km’lik kumlu bir parkurda açılış sürüşü var ve kazanan için 2012 yılındaki edisyonda bir kaza sonucu hayatını kaybeden Türk pilot Kemal adına bir ödül konulmuş. O feci kazada genç Hollandalı pilot Wouter Vaarkamp da hayatını kaybetmişti. Hollandalı pilot o kazada saatte 130 km hızla ve anlaşılmaz bir şekilde, durur vaziyette hangi istikamete gideceklerini kararlaştırmak için Miotto ile konuşmakta olan Kemal Merkit’e çarpmıştı.

 

DAKAR HAVASI

Rallinin üç starı Juan Pedrero, Alessandro Botturi ve Paolo Ceci. Dakar öncesi onlar için çok iyi bir antrenman fırsatı. Yarış boyunca Botturi bu rallideki parkurların Arjantin’dekilere inanılmaz derecede benzediğini söyledi. Hızlı sürüşe olanak tanıyan, kaygan, yer yer taşlık ve dağlık arazide uzayıp giden güzergâhlar ve bunlara sürekli eşlik eden harika bir manzara. Kendinizi adeta Yüzüklerin Efendisi filminde hissediyorsunuz. Öyle ki, yarış sırasında sürüşü birçok kez yavaşlatıp doğanın sunduğu harikaları seyre koyuldum. Bu ralli sırasında road book üzerinde örneğin “şimdi volkana giriyorsunuz!” gibi yazılar okuyabilirsiniz. Önce bunlar karşıma çıkınca biraz ürktüm, ama sonra cesaretimi topladım ve kendimi lav ve kumlarla örülü duvarlar içine attım. Bu bir yarış olmasaydı böyle şeyler yapmak aklımın köşesinden bile geçmezdi (TransAnatolia bu krater geçişleriyle zaten nam salmış bir ralli). Bu çukurlardan yukarı çıkışlar da müthiş bir heyecan seli: Altımdaki 950’nin motoru çatlayacak gibiydi ve sonuna kadar yükleniyordum.

Bu yarışta yarım saat kadar toprak zeminli bir parkurda hızla yol alıp, daha sonra asfaltlı bir güzergâhla karşılaştığınız zaman road book ekranında “5 km kadar asfaltlı yolu izle” gibi bir yazı da görebilirsiniz. Artık bunlara öylesine alışıyordum ki, örneğin bir kasabanın trafikli caddesinden geçerken kendimi adeta yabancı bir ortamda gibi hissediyordum.

 

NAVİGASYON CİHAZI KÂBUSU

Rallinin sizi sürekli olarak zorlayan tarafı navigasyon sistemi. Haritalardaki resimler ve kilometre olarak belirtilen mesafeler her zaman tam doğru değil, ayrıca çok sık olarak Cap ve Waypoint ile yolculuk yapıyorsunuz. Çok güzel, ama Gps mevcutsa!.. Çöl gibi ıssız güzergâhlarda road book ekranında herhangi bir referans verilmediğinde bana kılavuzluk yapan yegâne kurtarıcım önde almış başını giden üç fenomen yarışçının bıraktığı tekerlek izleri. Ama buna rağmen çoğu kez yine yolumu kaybediyorum ve bir süre kır bayır dolanmak gereksiz bir yığın zaman kaybına neden oluyor. Bu yarış herhalde pilotları Afrika rallileri gibi navigasyon zorluğuyla karşı karşıya bırakan ender yarışlardan biridir. Özel etaplardan birinde ben, Ceci, Botturi ve Pedrero start için bekliyoruz. Road book’ta 50.kilometrede bir not var ve üzerinde gizli bir pistle karşılaşana kadar birkaç kilometre boyunca Cap ile seyir yapmanız yazıyor.

“Herhalde bu sefer kendimi Suriye’de bulurum” diyorum ve Paolo Ceci ortaya çok iyi bir fikir atıyor: “Etabı sen aç Francesco, böylelikle 50.km’ye bizden önce varabilirsen, bizde Gps olduğu için bizi izlersin”. Etabı başlatmak mı? Bir daha hayatımda ne zaman böyle bir fırsat bulurum ki? Onlar bana yetişmeden ellinci kilometreye varabilmek için ok gibi fırlıyorum. Hangi tarafa gideceğimi bilmediğimden yanılırsam hapı yutarım. Neyse ki road book işini gayet iyi yapıyor ve tek bir notta bile yanılmıyorum. Bugüne kadar bir rallide önümde hiçbir iz olmadan sürüş yapma şansım olmamıştı ve izleri kaybettiğim zamanlarda da zaten hep yolumu kaybetmiştim!

Biraz da heyecandan olacak acayip üşümeye başlıyorum ve altimetreye bakıyorum. Neredeyse 3.000 metre irtifadayım! Zorlukla nefes alınabilen bir ortamda ellinci kilometreye ilk ben varıyorum. Taşlık bir tepeye oturuyorum ve ufukta yaklaşan kırmızı bir motosiklet seçiyorum. Bu ışık hızıyla gelen Pedrero’nun PKL’si. El kol sallayarak kendimi gösteriyorum ve bana doğru yöneliyor. Bir özel etapta Pedrero’ya yol göstermek her babayiğidin harcı değildir herhalde! Pedrero süper bir pilot olmasının yanı sıra (2013 Dakar’da birinci olan Despres’ten sadece bir saat farkla finişi görerek beşinci oldu), aynı zamanda çok sempatik ve yol arkadaşlarına keyif veren biri. Birlikte birçok sürüşümüz oldu. Bir hendek görse üzerinden atlayan, canı sıkılınca motoru şaha kaldırıp arka teker üzerinde 50 metre süren biri.

5 YILDIZLI KAMP YERLERİ

Bu yarışın diğer özelliklerinden biri de transferlerin %90’ının arazide ve tamamen zorlu bir seyirle ulaşılan yerlerde oluşu. Yani tam anlamıyla gerçek bir ralli söz konusu. Bir kamp yerine ya da sığınağa vardığında kendini gerçekten evinde gibi hissediyorsun. Bu daha önce hiçbir rallide başıma gelmemişti. Sığınaklar hep müthiş bir manzaranın olduğu yerlere (bir dağın tepesine, bir volkanın içine veya çölün ortasına) kurulmuş; duş ve tuvaletlerin olduğu kamyonlardan başlamak üzere içlerinde her türlü konfor var, hem çok temizler, hem de sıcak su mevcut.

Ayrıca toplu yemek yenilen açık büfe şeklindeki çadır ve brifing çadırı var. Atmosferin bu denli güzel olmasında elbet organizasyonu yapan Evasioni Rally Raid’in ve burada çalışan Fiorenzo Lo Giusto’nun büyük payı var. Tamir atölyesi olan kamyonun çok iyi aydınlatılmış çardaklarında gece yarısına kadar motorlarınızı onarma ve aksaklıklarını giderme, ya da road book üzerinde çalışma şansı buluyorsunuz. Organizasyonun (ve bu vesileyle karşılaştığım Türklerin) beni etkileyen diğer bir yönü de, her zaman son derece nazik davranmaları oldu. Bu yarışa ekonomik anlamda büyük yatırım yapılmış, zira Türkiye ve komşu ülkelerin aslında rallicilik bakımından zengin bir maden sahası olduğunun farkına varılmış. Başka deyişle, organizatörler her işin gerektiği şekilde yapılması halinde 15 günlük bir TransAnatolia’nın ünlü Dakar’ı krize sokabileceğinin farkına varmışlar. Bunu birisi bana ralliye katılmamdan önce söyleseydi ona “hayal kurma” derdim. Ama şimdi gözlerimle tanık olunca farklı düşünüyorum.

 

AND THE WINNER IS…

 Start sırasında Ceci bana Botturi ve Pedrero’yu işaret ederek “bu ikisi tam bir fenomen” demişti. Sonra kendisi etap üzerine etap kazanmaya başladı ve umulmadık hızlarla mükemmel navigasyonlar gerçekleştirdi. Yarış sonrası yaptığı konuşmada şunları söyledi: Bu harika yarışı kazandığım için çok mutluyum, böyle bir sonucu hiç beklemiyordum. Yarışı üzerimde hiçbir baskı olmadığı için ve bir de Yamaha 450 ile aramızda mükemmel bir feeling oluştuğu için kazandım. Hani derler ya…tam üzerime oturdu!”.

Paolo Ceci İtalya’nın Modena kentinde yaşıyor, 37 yaşında ve aynı kentin Prignano Secchia bölgesinde bir enduro-ralli okulu işletiyor. Speedbrain’in 2014 Dakar rallisindeki resmi pilotu. Dakar’da enduro’nun efsanelerinden ve Türkiye’de resmi Speedbrain 450 motoru ile ikinci olan Alessandor Botturi ile birlikte yarışacaklar.

 

SPEEDBRAIN’İN SELESİNDE

Etapların bazılarında ben ve Botturi motorlarımızı değiş tokuş yaptık ve bu sayede Dakar’ı kazanmak için tasarlanmış bir safkanın ne demek olduğunu anlama şansı buldum. Motorda beni çarpan ilk şey son derece kompakt yapısı oldu. Sanki motordan çok bir bisiklet; dar ve küçük. Botturi gibi iri kıyım bir adamın böyle alçak selesi ve gidonu olan bir motoru nasıl kullanabildiğine şaştım. Benim için diğer bir sürpriz motor ve çatal oldu. Motor düşük devirlerde biraz tembel davranıyor, ama hızla devir kazandıktan sonra açıldıkça açılıyor ve tirp master ekranında bir anda 150 km hıza eriştiğini görüyorsun. Yavaş gidersen motor reaksiyonsuz gibi, ama çukurlar veya iri taşlardan oluşan engellerle karşılaştığında bir yarışın resmi motoru ne demekmiş anlıyorsun. Bütün engebelere, deliklere, çukurlara rağmen stabil, düz ve dengede kalabiliyor. Üstelik kolay sürülebilen bir motor, sadece limitlerinin zorlanmasını istiyor. Peki bu TransAnatolia rallisinin gerçek kazananı kim derseniz….Rallinin kendisi derim. Genelde yüksek beklentilerim olduğu zaman herkes gibi ben de sistematik şekilde hayal kırıklığına uğrarım. Ama bu sefer hayal ettiklerimin de ötesinde güzellikler buldum. Küçük bir takım düzeltmelerle (örneğin etap öncesinde road book’taki bazı hataların giderilmesi, özellikle trafik olan yerleşim noktalarında hızı sınırlamak için Traxx uygulamasının devreye alınması gibi küçük rötuşlarla), bu ralli dünyanın en güzel rallilerinden biri olabilir.

Cevap bırakın